/

Possession (1981)

Possession (1981)

Andrzej Julawski
Dram, Korku
1981
2 Saat 4 dk
Isabella Adjani | Sam Neill

Ödüller & Festivaller:
5 Ödül, 4 Adaylık

Cannes Best Actress
Cesar Best Actress

(1) Fransa Film Afişi
(2) Amerika Film Afişi
(3) Japonya Film Afişi
(4) İtalya Film Afişi
(5) UK VHS Kapağı
(6) Brezilya Flm Afişi
(7) Rusya Film Afişi

Andrzej Zulawski‘nin yazıp yönettiği Fransa ve Batı Almanya ortak yapımı 1981 tarihli kült korku filmi, gösterime girdiği dönemde çok güçlü tartışmalara konu olmuş ve kendinden sonraki birçok filmi etkilemiş bir yapım olarak sinema tarihinde önemli bir yere sahip. Film gizemli bir casus olan Mark’ın (Sam Neill) günden güne karanlık bir gücün etkisine giren karısını (Isabella Adjani) ve kabusa dönen evliliğini kurtarmak için çırpınırken, en derin korkularıyla yüzleşmesi üzerinden ilerliyor. Filmde Scener ur Ett Aktenskap (1974), The Brood (1979), Eraser Head(1977), Le Locataire (1976) etkisi olduğu söylense de o dönem Avrupa’sının evlilik kurumunu saplantılı bir şekilde sorguladığı sonucuna varmak daha kesin bir yargı olur. Filmin çekildiği dönemde Berlin duvarı henüz yıkılmamıştır. Dönemin Batı Almanya’sını yansıtan binalar ve sokaklar filme son derece güvensiz ve kasvetli bir atmosfer sağlar. Yine 80’ler atmosferine bakıldığında, filmin cüretkar sahneleri yüzünden dönemin Moral Panic kargaşasından Video Nasty olarak kategorize edilerek payını aldığını görüyoruz. Gösterime girebilmesi için birçok sahne kesiliyor ve film tanınmaz hale getiriliyor. Bu açıdan Possession’a bir sinema şehidi demek abartılı olmasa da dönemine etkisi ve ancak seneler sonra olduğu haliyle kabul edilişi düşünüldüğünde onu en hafif tabirle zamanının ötesinde olarak nitelendirmek de mümkün.

Filmin adı olan Possession psikolojik bir terim olarak “Kişinin davranışları veya düşünceleri üzerinde dış bir kontrol veya etki olduğuna inanma” durumudur. Başka bir ifadeyle kişinin, genellikle gerçekçi olmayan şekillerde, bir başkasının duygu veya davranışlarını manipüle ettiğine inandığı zihinsel durumu tanımlar. Bu durum genellikle paranoya veya benzeri psikolojik sorunlarla ilişkilendirilir. Türkçede, posesyonu saymazsak, bu kelimenin birebir karşılığı yok. Korku geleneklerinde “cin çarpması”‘nın önemli bir yer tuttuğu Türk kültüründe bu kelimenin birebir karşılığının olmaması ilginç olsa da filmin “Saplantı” adıyla çevrilmesinin, genel ilerleyişi açısından çok doğru bir tercih olduğunu söyleyebiliriz.

Filmi kült seviyesine ulaştıran unsurlardan bahsederken; meleksi güzelliğiyle Isabella Adjani’nin olağanüstü bir başarıyla canlandırdığı Anna karakterini en başa koymak hatalı olmaz. Cannes ve Cesar Best Actress ödüllerini kazanan Adjani’nin harikalar yarattığı sahnelere örnek olarak kendisinin psikolojik pornoya benzettiği metro sahnesini sayabiliriz. Adjani’nin bu sahnede yönetmen Zulawski’den sadece F*ck the Air (Boşluğu S*k) yönlendirmesini alıp böyle bir performans ortaya koyabilmesi başlı başına sıradışı. Bu noktada “Çekimlerin ardından intihara teşebbüs ettiği” reklam haberine hiç gerek olmasa da sette yaşanan kazalar, filmden sonra ölen çalışanlar vb. olaylarla korku filmlerinde maalesef böyle bir paranormal hava oluşturma çabasına illa ki rastlandığından şaşırtıcı değil. Korku filmi sevenlerin sık rastladığı şeylerden bir diğeri de kuşkusuz aktör Sam Neill.  Canlandırdığı Mark rolündeki başarısı özellikle filmdeki possession (istila-ele geçirilme) durumunun ilerleyen bölümlerdeki kişi değişiminde kendisini gösteriyor. Bu noktada filmin, aynı zamanda yazarı olan Zulawski’nin gerçek yaşamdaki ayrılığından izler taşıdığını belirtmek gerekir.  Zulawski boşanma sürecinde duyduğu şüpheleri, yani aldatılma, aldatılmanın ne zaman başladığı, nasıl geliştiği gibi gerçek hayatta da kendisini psikolojik sorunların eşiğine sürükleyen şüphelerini bu filmde kanlı canlı bir canavara dönüştürmüş. Dahice! Özellikle korku ve gerilim türündeki filmlerde genel kitleyi en çok etkileyen konuların, gerçek hayatta da başa gelebilecekler olduğu düşünüldüğünde, gerçekten müthiş bir fikir. Tabii ki müthiş fikirler doğru uygulanmadığında bir felakete dönüşebilir; bu filmde neyse ki sonuç da çok iyi.

Ana karaktere geri dönersek, kıskançlıktan kaynaklı delice sanrılarına yavaş yavaş teslim olan Mark’ın eski ve normal yaşantısındaki ufak detayları birleştirerek oluşturduğu kurgunun filme serpilmiş ipuçlarına rastlarız. Örneğin ona iş veren kişilerle toplantısındaki adamın her zaman pembe çorap giyip giymediği üzerine sorusuna. İlk duyulduğunda kulağa saçma bir soru gibi gelse de filmin sonunda Mark köprü üzerindeyken o adamlardan biri gelir ve pembe çoraplarını gösterir. Bir diğeri ise Mark’ın kitaplıkta Hindistan’la ilgili bir kitabın arasında bulduğu kartpostalda Heinrich adını gördüğü sahnede karşımıza çıkar. Bu ismin delilik nöbetindeki karşılığı ise kafasında oluşturduğu kurgu Heinrich karakteridir. Muhtemelen asla tanışmadığı bu Kazanova; neredeyse hareket eden her şeyle flörtleşen bir adamdır. Annesiyle birlikte yaşar ve Anna’yı da annesinin evinde, onun temizlediği yatak çarşaflarının üzerinde becerir. Aldatılan koca Mark’ın Henrich’e uygun gördüğü ölüm bir klozette kusmuk içinde boğulmak, annesi içinse böcek yutarak ölmek olur. Mark’ın hayal gücünü zorlayan cezalandırma yöntemleri dışında, düşünürken kendisine en çok acı veren, en aşırı sanrıları da delilik boyutuna ulaşmıştır. Karısı şeytani bir güç tarafından ele geçirildiği için onu aldatırken, çocuğunu da bırakmak istemediği için sürekli hayatlarına girip delice davranır. Mark karısının nasıl bir gücün etkisi altına girdiğini en ince detayına kadar hayal ederken, seyirciyi de dehşete düşürür.

Bu noktada filmdeki canavara geçebiliriz. Filmdeki canavar için Jodorowsky’s Dune ve Alien yaratıklarına imzasını atan H.R.Giger ile çalışılmak istense de onun programı uygun olmadığından, onun referansıyla Carlo Rambaldi ile çalışılmış. Uygulamda başarı hedeflenirken iş şansa bırakılmamış özetle. Baştan ayağı fallik bu yaratığın  fonksiyonelliği filmin finalinde şiddetini gösteriyor.
Filmin finalindeki merdiven sahnesindeki dini bir referansı da ayrıca saymadan geçmeyelim. İncil’de geçen Jacob’un Merdivenleri‘nde 12 basamak ve her birinde birbirine eş iki insan durur. Jacob’un merdivenlerini temsil eden basamakların en tepesine vardığında ise eski Mark ölmüştür ve yerine artık kadınlarla bir oyuncak gibi oynayan, şeytani yeni Mark geçmiştir. Merdivenlerde eski ilişkiden kalan delik deşik karı kocayı, yani eski Mark ve Eski Anna’yı bırakarak hayatına kaldığı yerden devam eden Mark’ın şeytani ikizinin içindeki inanç da ölmüştür.
Güzel her filmde olduğu gibi filmin yorumlanışı izleyiciye göre değiştiğinden spoiler uyarısı koymak da çok anlamlı değildi. Diğer yandan filmin uygulanışındaki güzellikte bu öznellikten bahsedemeyiz. Mark ve Anna’nın yataktaki konuşma sahnesinde, Anna’nın Mark’a ne hissettiğini sorduğu ve Mark’ın “Gerçekten merak ediyor musun?” diye soruyla karşılarken kameranın Anna’ya odaklanması, Anna “Hayır” dedikten sonra kameranın Anna’dan uzaklaşıp Mark’a dönüşü ve Mark’ın “Ben de” dediğinde kameranın Mark’tan da uzaklaşması, evet bunlar adeta kameranın oyuncularla dansı gibidir. Sallanan sandalyedeki gerilim öğesi, devamında birçok korku filminde kullanıldığından seyirciye tanıdık gelse de en eski tarihli örneği bu film olabilir. Film ayrıca, geniş ve yakın planlarla izleyicisini iliklerine kadar rahatsız eden ama gözlerini ayırmasına da izin vermeyen çok sayıda güçlü sahneye sahip; yazının en başında da bulunan ve Anna’nın gözündeki deliliğin kendisini ilk gösterdiği o ikonik sahne, süt, kan ve sidiğin birbirine karıştığı metro nöbeti, , et kesme ve kıyma makinesi sahneleri, döner merdivenin yukarıdan çekimi ve tabii ki canavarla yatak sahnesi vb.

 Filmdeki meşhur adres Sebastianstrasse 87 dahil tüm mekanlar filmin meraklıları tarafından bugün hala ziyaret ediliyor. Mekanların bugünkü halleriyle karşılaştırmasına buradan ulaşılabilir.  

Son olarak kült seviyesine gelmiş filmlerin gösterime girdiği dönemdeki afişleri ve VHS kapakları, döneme ait ipuçları içermesi açısından da ilgi çekicidir. Üzerinden kırk seneden fazla geçmiş bu filmin gösterime girdiği ülkelerin o dönemki kültürel atmosferinin izleri bu afişlerde görülebilir:

 

Bir sanat eseri kadar güzel Fransız film afişinde güzel ve çıplak bir kadının illüstrasyonu yer alır. Medusa’yı andıran yılanlar, kadının bir parçası olduğu gibi onu esir almış bir yaratıktır da aynı zamanda. Memenin ucuna giren yılanda ise iç gıcıklayan bir anne göndermesi dikkat çeker. Anneliği zehirleyen günah, kadının hem esiri olduğu hem de bu esaretten haz aldığı korkunç bir yaratık şeklinde.(1)

 

Amerika gösteriminde kullanılan afişte başrol oyuncusu Isabella Adjani’nin çarpıcı güzellikte sırtının gizlediği karanlık dikkat çeker. Çıplak kadın bedeniyle cinsel arzuya yapılan göndermeyi, filmin hemen altında yer alan slogan olan “Inhuman ecstasy fulfilled” güçlendirmiş. Bunu “insanlık dışı hazların tatmini” olarak çevirebiliriz. Bir kadının evliliğine ihaneti ve arzularının peşinden gidişinin en derin korkuların su yüzüne çıkışı olarak imgelenmesi aşısından çok başarılı bir temsil. Evlilikle pekiştirilmiş temiz bir aşkla sevilen kadının ihanetinin korkunçluğu bu gözle bakıldığında çarpıcı.(2)

 

Japonya gösterimindeki afişte ise cinsel arzuya yapılan göndermenin yerini filmin ana öznesi kadının gözlerindeki delilikle karışmış üzüntü alır. Arzuları tarafından istila edilmiş kadın bir akıl hastasının belirtilerini gösterir. Kendisiyle savaşı ön plandadır. Arka planda medusa ve yılanları silik olarak kendisini belli etse de bu sefer kurban rolündeki erkek de çaresiz haliyle afişte kendisine yer bulabilmiştir. (3)

İtalya’da kullanılan afiş Fransa gibi bir yılan-ilüstrasyonunu kullansa da yılan bir korku unsuru değil adeta egzotik bir kadın dansçının enstrümanı gibi. İç gıcıklayıcı bu posterde de kadın korkunç olmanın ötesinde günahtan zevk alan şehvetli bir halde görülüyor.(4)

VHS kapakları ise kuşkusuz film posterleri kadar özenli değil:

Birleşik Krallık’taki VHS kapağındaki görsel estetik olmasa da yine beklendiği üzere korku ve ağır cinsellik göndermesi içeriyor. Bu seferki slogan “She created a monster as her secret lover!” Kadın hiç masumiyet içermeyen bir sahnede bir yaratıkla yataktadır.(5)

Brezilya VHS kaset kapakları için hazırlanan  görselin filme ait olduğunu söylemek bile çok güç. Ana karakterlerin hiçbirini göstermeyen, klasik bir korku filmi çığlığı ve samanlar üzerine ölü bir adam gösteren film herhalde filme dair yaratılan en çirkin şeylerden biri sayılabilir.(6)

 

Afiş ve kapak bölümünü Rusya ile kapatırsak, romantizm ve trajedi sunan bu sahnede, ne korkunç arzularının esiri olmuş bir kadın, ne günaha bir gönderme ne de hazzın doyumu görülebiliyor. Böyle bir filmin afişinde bile Rus kültürünün o acıdan beslenen melankolisini görmek ironik.(7)

Tüm afişler için kaynak

Zeynep Balanoğlu

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.