//

Paradiset Brinner (2023)

Paradiset Brinner (2023)

⭐⭐⭐

Mika Güstafson

Komedi, Dram
İsveç
1 sa 48 dk
Bianca Delbravo | Dilvin Asaad | Safira Mossberg

Ödüller & Festivaller:

6 Ödül, 9 Adaylık

 
 

Cennet Yansa da Yaşasın Kız Kardeşlik

Daha önce bir belgeseli bulunan İsveçli yönetmen Mika Gustafson’un ilk uzun metraj filmi izleyicisinin içini kardeşlik duygusuyla doldurup taşırıyor. Premier’ini Venedik Film Festivali’nde yapan Paradiset Brinner, biri Orizzonti bölümünde en iyi film olmak üzere Güstafson’a iki ödül kazandırmış. 

Film, 6 ve 12 yaşındaki iki kız kardeşiyle birlikte yalnız yaşayan ve kendisi de henüz 16 yaşında olan Laura’nın çevresinde gelişiyor. Evin en büyüğü olan Laura,  8-9 ay önce evi terk etmiş annelerinin ardından (bu ilk terk edişi değildir) kız kardeşlerinin sorumluluğunu tek başına üzerine almıştır. Özgür ruhlu ve kural tanımaz bir kız olsa da ufak tefek problemler haricinde görünürde her şeyi gayet iyi idare eder. Kardeşlerle tanıştığımız açılış sahnesi Paco Plaza’nın Veronica (2017) filmiyle oldukça benzerlik gösteriyor. Kardeş bakımını erken yaşta üstlenen ablaların ortak motifi yatağa çişini yapan kardeşlerin çarşaflarını yıkamak ve onlara bol şamatalı banyolar yaptırmak olabilir. 

Üç kız kardeşin günleri sefillik içinde geçmese de normal bir hayatları olduğu da söylenemez. Diledikleri vakitte uyanır, istediklerini yer, gizlice girdikleri evlerin havuz başlarında veya ağaçların arasındaki bir kırda arkadaşlarıyla dans ve eğlence dolu partiler düzenlerler. Film boyunca bu üç kız kardeşin gözünden baktığımızda, yetişkinlerin cenneti berbat etmekten başka bir işe yaramadıklarını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Maalesef yetişkinsiz cennetleri yeterince korunaklı değildir. Sosyal hizmet görevlisinin telefonu oraya düşecek ilk kıvılcım olur. 

Laura’nın cenneti tehlikeye atan görünmez sosyal hizmetler canavarına karşı mücadelesi ana hikayeyi oluştururken , ergen kız kardeşi Mira ve adeta bir “Little Miss Colin Farell” şirinliğindeki komik baş belası Steffi’nin başından geçenler de anektodlar şeklinde ilerleyen yan hikayelerdir. Hepsi sadece birkaç hafta içinde gelişse de gösterilen kesitlerden sadece Laura’nın değil iki kız kardeşinin de büyümesine dair önemli anlara tanıklık ederiz. 

Merkezdeki üç kız kardeşe, hayatta kendilerini çocuklardan da fazla kaybetmiş yetişkinler de eşlik eder. Bu anlamda en ilgi çekici karakterin Laura’nın ilk kez bir market yankesiciliğinde karşılaştığı ve tesadüfler zinciri sonrasında birlikte ufak suçlar işlemeye başladıkları postpartum depresyondaki Hanna olduğunu söyleyebiliriz. Çocuklarını terk eden gizemli annenin sebep olduğu zorluklara katlanan Laura, bebekli hayatının kayboluşundan ufak suçlar işleyerek kaçmaya çalışan Hanna ile duygusal bir bağ da kuracaktır. Kaçan bir anneden sonra kaçan başka bir anneye rastlamak da ironik bir tesadüf. 

Gustafson ile birlikte çalıştığı uzun dönem partneri Alexander Öhrstrand senaryoyu yazarken cinsiyetsiz karakterler yaratmaya çalışsalar da filmlerinin bir kız kardeşlik ve kızların büyüme hikayesi olmasını özellikle tercih etmişler. Bu anlamda senaryonun karakterler anlamında çok zengin, oyunculukların da çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Karakterler ve canlandırılışı kadar, mekanlardaki ince ayrıntıların düşünülmüş olması da dikkat çekiyor. Kapı üzerindeki boy ölçüm işaretleri, çerçevelerdeki çocukluk ve bebeklik fotoğrafları, hiçbir yerde ne anne ne de babaya ait tek bir fotoğraf veya eşyaya rastlamamak, yer yer yırtık duvar kağıtları vs. Ayrıca kendi çocukluklarından biriktirdikleri müzikleri güncel şarkılarla birleştiren Güstafson ve Öhrstrand çifti, AventuraObsesion, Amadou & Mariam- Sabali, Fever Ray– Keep the Streets Empty for Me şarkıları başta olmak üzere eskilerde kalmış birçok şarkıyı tatlı bir şekilde hatırlatıyor. Şarkılarla izleyicileri geçmişe götürmek her zaman iyi bir fikirdir, bu filmle de gayet uyumlu olduklarını söyleyebiliriz. 

Başarılı unsurlarını saydıktan sonra filmi aksatan şeylere geçersek; öncelikle olay örgüsünün yer yer koptuğunu söyleyebiliriz. Tam zirveye yükselen bir sahnenin sanki yarıda kesilmişçesine müzikle birlikte kaybolması ve diğer plana geçiş, peşi sıra hızlı geçiş gibi kurgu seçimleri de filmi aksatıyordu. Göstere göstere verilen Tarkovsky’nin köpeği referansı da filmle hiç bağı olmadığından çok gereksizdi.

Son olarak sosyal hizmetlerle başa çıkmaya çalışan hünerli karakterleriyle Scrapper’ı (2023), bazı sahneleriyle Andrea Arnold’un Wasp’ını (2003) anımsatan film, yer yer işçi sınıfı sosyal realizmi olarak geçse de realizmin bol sütlü ve şekerli haline benzetilebilir ancak. Ne Wasp kadar gerçek ne de Scrapper kadar uçarı. 

Tüm bu anımsatmaların ötesinde, Paradiset Brinner’in, bir çocuğun kadınlığa geçişinin kutlama ayini, ablalarına özenen küçük Steffi’nin maceraları, Mira’nın karaoke menejerliği başta olmak üzere kendine özgü özel sahnelere sahip bir film olduğunu söyleyebiliriz.  Belki de ilk uzun metraj filmleri başkalarıyla karşılaştırmak yerine, tıpkı çocuklar gibi, oldukları haliyle kabul etmek gerekiyor.  

Zeynep Bakanoğlu

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.