Nosferatu (2024)
2024’te izlemeyi en çok beklediğim filmler listesinin başında gelen Nosferatu’nun gösterime girmesiyle rahatlıkla söyleyebilirim ki bu bekleyişe değdi. Hikayesi, kurgusu, teknik özellikleri, oyunculukları, sanat yönetimi her açıdan skalada kesinlikle yukarılara yerleşiyor. Yenilikçi bir unsuru var mı diye düşünüyorum, herhalde bir tek o eksik.
Oyunculuklar
Oyuncu kadrosuna bakıldığında Bill Skarsgard ve Willem Dafoe’nun performanslarının iyi olması zaten bankoydu. Lily-Rose Depp’in performansı ise şaşırtıcı derecede iyiydi. Sevdiğim bir şey gördüğümde abartmak gibi kötü bir huyum olsa da belirtmeden geçemeyeceğim : Ellen Hutter bana Possession(1981) filmindeki Anna karakterini çok fazla anımsattı. Eggers’in yapımı daha önce çekilen Nosferatu versiyonlarıyla karşılaştırılsa da hem Lily-Rose Depp’in karakterini canlandırışında hem de özellikle belli sahnelerde Possesion’ın izlerini görmemek imkansız. Anna’nın da kötücül bir güç altında kalmış bir eş olarak Ellen’a çok uzak olduğunu söyleyemeyiz. İşte o sahneler :
Gotik bir Masal
Eggers’in filmografisi düşünüldüğünde masal ve mitlere yani anonim, kaynağı, doğuş zamanı bilinmeyen, öteden beri olagelmiş sözlü anlatı geleneğine eğilimi özellikle dikkat çekiyor. Hoş tüm kurmacaların özü hep bu geleneğe dayanır ama masal ve efsanelerde ayrışan özellik, asıl anlatılanlardan çok insanın gizli kalmış doğasına ışık tutan, doğrudan değil dolaylı yani metaforik bir anlatımın öne çıkmasıdır. Dinlediğimiz kırmızı elma aslında bir kırmızı elma değildir veya bir canavarın canavar olmanın çok ötesinde anlamları vardır. Anlatıların asıl sihirli yanı ise, bizi en çok rahatsız eden, kafamızı kurcalayan, genellikle de duymak görmek istemediğimiz, bir anlamda içimizde kaçma hissi doğuran şeylerin, en çok bastırdığımız ama gücüyle hayatımızı tesiri altına alan özelliklerimize dokunuşudur. Sinir ucu açık bir dişe dokunur gibi irkildiğimizde anlarız ki orada açığa çıkmayı bekleyen bir sır var. Bu büyünün etkisine girip peşine düştüğümüzde uzun fitili ateşlenmiş bir bomba gibi başka bir yerde de patlayabilir. hikayeyle ilişkisini bazen fark ederiz bazen etmeyiz. eğer bilinçli bir şekilde hikayeden kopmamış ve hala onun üzerindeysek, herkesin kendine göre farklı şeyler göreceği ve yorumlayabileceği bir yere de ulaşabiliriz. Uzun lafın kısası bu filmden çok rahatsız olan da olacaktır, filmi başka başka yorumlayan da. hiçbirine yanlış denemez bana göre.
Kadın Figürü ve İnanç-Bilim Dengesi
İnsan doğasının sınırsızlığı gibi masal ve mitleri alanı da sınırsız. Benim ilgimi çeken alan, Eggers’in zamanın ruhuna uygun şekilde kadın doğası üzerine gittiği bölge. Kadının baştan çıkarıcı ve karşı konulmaz doğasıyla fedakar anne doğasını genellikle birlikte ele alıyor. Kadınların baştan çıkarıcılığı ise femme fatale değil, daha çok cadı arketipine yakınsıyor. The Witch (2015) filmiyle buna bir giriş yapmıştı, Nosferatu’daki kadın ise bunu bir adım daha ileriye taşımış.
Elbette ki kadın tek tema değil. Onun arka planını boyayan bir inanç, bilim boyutu da var. İnanç kör bir inanış da olabilir, örgütlü bir din de olabilir bir batıl inanç da olabilir. Mantığın ötesine geçen her şeyi inancın farklı türleri olarak yorumlayabiliriz. Bilim ise Eggers filmlerinde bize hep fake atar. Bu noktada onun tarafsızlığından çok karanlık oyunlar oynamayı seven yaramaz halini görebiliriz. Sanki bilimin ilerleyişine karşılık kendi dünyasında kendi kurallarını koyan bir çocuk gibi.
Bugün biliyoruz ki veba bakteriyel bir hastalıktır. Onun dünyasında ise vebaya kötücül güçler sebep olur. bir şehre gelen lanet gibidir. Eski zamanlarda, dinsiz veya köyün geleneklerine uyumsuz insanların, genellikle kadın olan aykırı insanların köylere lanet getirdiğine inanılırmış. Ekinleri yok eden bir soğuk olursa veya büyük bir fırtına, ölen bebekler, salgın hastalıklar, tüm felaketlerin günahı o kadınlara kesildiği için bir anlamda cadı kadın inanışı da bu bilinemeyen ve korkutucu gelişmeleri anlamlandırmaya araç olmuş. Bir taşla iki kuş. Hem çaresiz kaldığınız olaylarla başa çıkabiliyor hem de hayatınızda istemediğiniz aykırı insanları cezalandırabiliyorsunuz. O kadınların yerinde değilseniz gayet işlevsel.
Tam bu noktada inanç yine kadın figürüne bağlanır. The Witch ve Nosferatu’daki kadınlarda beni en çok etkileyen sahneler, anne sahneleri oldu. The witch’te annenin memesinin parçalanışı ve süt yerine kan akışı, Nosferatu’da ise karnında bebeği olan annenin tek memesini (emzirirken tek memenin dışarı çıkarılışı gibi) çıplak ve kanlı gösteren, üzerinde farelerin dolaştığı sahne. Bu imgenin Eggers’in iki filminde de geçişinden, onun için de rahatsız edici/etkileyici olduğu sonucuna varabiliriz.
Bir başkası, kocası onun için hayatını korkusuzca sonsuz kötülükle savaşmaya adamışken, bizzat kötülüğün kaynağıyla sevişen kadın figüründen etkilenebilir, bir diğeri canavarın öldürdüğü masum çocuklardan, ailesini koruyamayan adamdan, ruhunu satmış deliden… Liste uzar gider. Bu kadar çeşitli ve küçük anlatının, uyum içinde, birbirinin önüne geçmeden akıp gitmesi sayesinde her birimiz farklı bir şeyden rahatsız olabiliyoruz. Rahatsızlık iyidir. İyi bir yapım izliyorsanız daha da iyi.