Titane (2021)

3/5

JULİA DUCOURNAU
FRANSA | BELÇİKA
DRAM | KORKU | BİLİM-KURGU | GERİLİM
1 SA 48 DK
VİNCENT LİNDON | AGATHE ROUSSELLE | GARANCE MARİLLİER

 

İzleme Linki:

Ödüller & Festivaller:
29 Ödül 114 Adaylık

Öncelikle belirtmeliyim ki filmin bir yanı ile ilgili tarzım olmayan bir şey var; bütün o yeni cins(iyet)ler, insanın dönüşümü ve dini yeniden yazma vs üzerinden sci-fi ile bütünleşik olması. Yani bu türün tarihsel amacının dışına çıkması ve endüstriyelleşmeyle birebir bağlantı kurması ok, de yine de zevk aldığım bir tür değil.

Neyse gelelim sevdiğim yanlarına. French New Extremity’nin seyirciyi konfor alanı dışına sürükleyen ve yüze tokat gibi vereceği mesajlardan sakınmamasını seviyorum. Ve pısırık izleyiciyi çarpıcı sahnelerle alışılagelmiş ‘röntgenci’ konumundan uzaklaştırması, bu filmde de zaten türün tüm izleri mevcut.

Özellikle ilk bölümdeki kamera açıları, karaktere nefes uzaklığında peşinden sürüklenmemiz, dansıyla başımızın dönmesi vs enfesti. Filmin genelinde de kadrajlar harika, karakteri duvarlara vs sıkıştırması kapılara kıstırması… ve aynalar…. her kullanımında an’a özgü amacını nasıl da vermiş. Ayna demişken, izlediğim filmler arasında en etkili ve acılı karakter dönüşümü ve kimlik edinme sahnesiydi kesinlikle…

Karakter derinliği ve dönüşümleri de çok çiğ ve çarpıcı işlenmiş, en önemlisi arzu nesnesinden ucubeye adım adım dönüşüm, ya da mesela saçın yarısı kazınmış (öteki), diğer yarıdan bakınca saçlı normal insan, ölen erkek kardeşe dönüşüm… Kız duşta adını sorduğunda söyleyememesi… Burada bir de toplumsal rollere de bakmak lazım; kız, oğul, arzulanan, dışlanan, katil… Mesela kimlik değiştirdiğinde tam başka bir benliğe bürüneceğini düşündüğün anda bindiği otobüsten inmesi de topluma karışmaya hazır olmadığını ve o rollerin hiçbirine bürünemeyeceğini, aksine hepsinde azar azar kaybolup yok olacağını söylüyor… Aynı zamanda haberlerde billboardlarda vs aranan katil rolüyle filmin kendisinin hiç ilgilenmemesi ve seyirciyi yakalanacak/yakalanmayacak konusunu takibi bıraktırmasını çok sevdim.

Psikolojik açıdan da kaza sonucu hayatını mahveden arabayla kurduğu arızalı ilişki; travma sonrası tabulaştırmasını bekliyorsun ama cinsel arzu nesnesi yapıyor. Paternal/maternal travmalar ve rollerin dönüşümü (baba/aşık/İsa/Pieta) da çabası. Paralel kurguyla kendi karnı çatlarken babanın karnını yakması ve özdeşleşememe, sonrasından da sevişememe, yine rollerdeki belirsizlik… İtfaiyeci babasını yatak odasına kilitleyip evini yakması… Anne arayışını kızın piercingli memesinde parçalama isteği… İnsanları olmadık yerlerinden öldürürken gram etkilenmiyor ama itfaiyeci olarak gittiği evde hala kırılgan olduğunu görüyorsun.

Son olarak neon ışıklı tekinsiz dans sahnesiyle Climax’a selam durması 🙂

Üzerinde düşünülmesi gereği yönünden beğendim ancak kendi katmanları arasında bulanıklaşması ve mesajının oradan oraya sapması açısından da biraz zayıf buldum açıkçası. Postmodern anlatı evet, bütünlük beklemiyorsun, ki ters köşelerini zaten çok sevdiğimi de yazdım yukarıda, mesela bir örnek daha polisten kaçarken (tüm haberlerde vs bas bas aranıyor) en güvenlikli yer olan havaalanına gidip tuvalette kimlik değiştiriyor. Ama işte bütünsüzlükle tutarsızlık arasında gidip geldiğinde anlatı ögelerini tutturamıyor gibi geldi bana, karşı çıktığım nokta bu. Herhangi bir açıdan da yenilikçi olduğunu filan düşünmüyorum; sinematografik ve tematik olarak temsil ettiği her şey zaten on yıllardır yapılıyor.

Müziklerine ve sahne ile uyumuna ise ayrıca bayıldım.

Son olarak, Systemsprenger’ı (System Crasher – 2019) izlediyseniz sanki bu oradaki çocuğun büyümüş hali gibi geldi. Ancak kesinlikle yapı ve meseleleri bakımından değil, ikisi tamamen farklı ve Systemsprenger oldukça psikolojik bir altyapıya sahip.

Nil Birinci