Kerr (2021)

4/5

TAYFUN PİRSELİMOĞLU
DRAM | GERİLİM
TÜRKİYE | YUNANİSTAN | FRANSA
1 SA 41 DK
ERDEM ŞENOCAK | JALE ARIKAN | RIZA AKIN

 

 

İzleme Linki:

Ödüller & Festivaller:
5 Ödül 9 Adaylık

Tayfun Pirselimoğlu’nun 2014 yılında yayımlanan romanından (2021 yılında) uyarlanan aynı adlı filmi Kerr.

Öncelikle belirtmeliyim ki Pirselimoğlu’nun aynı zamanda yazar ve bir ressam da olduğunu filmin her karesinden anlıyoruz. Film, uyarlama olmasının yani sıra birçok gönderme ile edebiyatla hemhal olduğu apaçık; en beğendiğim ise Kafka – Dava homage’i olmuştu (yalnızca bu gönderme değil, hikaye de iç karartıcı mekan da oldukça Kafkaesk). Ressam demişken de kendisini ve ayrıca görüntü yönetmenini mizansen ve sinematografi için kesinlikle kutlamak gerekir; kadrajlar, yatay-dikey unsurlar, perspektif, ışık, kamera açıları, her biri takdire şayan.

Yönetmenin röportajını dinlemedim, açıkçası öyle bir niyeti de var mı bilmem; ancak film içinden taşan metaforları ve sürreel anlatısı ile gayet yoruma açık gibi görünüyor. Benim filmden anladığım ise özetle hasta babası ile hayattayken pek ilgilenmediği Can isimli baş karakterimizin onun ölümü üzerine duyduğu suçluluk duygusu, ve sonucu olarak sürüklediği bilinçaltında savaştığı kabuslar.

Babasının ölümü ile bir şehre / isimsiz mekana gelen Can’in oraya ait olmadığını filmin neredeyse her sahnesinden anlıyoruz. Bu “dışarıdan gelen” oğul, annesinin ölümüyle köye varan Camus’un isimsiz Yabancı’sı mıdır acaba?

İsimsiz ve zamansız şehrin bilinçaltı olduğunu birçok yerden anlıyoruz: gri ve kasvetli, yıkık dökük harabeler içinde dolaşması, zeminin hep ıslak olması (Tarkovski – Ayna’vari şekilde*), dolaştığı tavan araları, sürreel şehir sakinleri, diyaloglar ve hikayeler. Ve rüyalar – zaten yukarda belirtilmiş olduğu üzere mizansenle desteklenen çok açık bir Shining bar sahnesi ve Lynchian bir lunapark sahnesi var. Diğer rüya mekânı olarak düşündüğüm otel ve pavyon da bir şeylere gönderme olabilir, onu yakalayamadim, ama her halükarda Kubrickvari. Ve diğer bir kanıt – filmin tek kadınına sorduğu “Sen Kimsin?” sorusu üzerine aldığı yanıt “Bu soruyu kendine sor” – aslında ben senim, senin savaştığın demon’ların, belki de görmek istemediğin alter ego’ların. Aynı şekilde kara delik de bilinçaltı geçidi gibi, korkumuz dahil birçok şeyi attığımız; filmin sonunda da artık Can’in çıkabileceği kadar büyüyen ve kabustan nihayet kurtaran geçit (yazının sonunda bu ikisine döneceğim).
*Ayrıca Tarkovsky mizansenini çok iyi benimsemiş (ya da esinlenmiş). Birçok sahnede iç dış birçok mekan üzerinden Tarkovsky filmi kolajları izliyormuş hissi veriyor. Tabii baş karakterin donukluğu ve eylemsizliğiyle de.

Benzer olarak tekrar eden “dışarısı çok tehlikeli” ifadesi de benliğin savunma mekanizması olabilir, sürekli tehdit altında hisseden egonun büründüğü paranoid durumlar ve yarattığı anlamsız olaylar silsilesi… Dışarısı silahlı, kuduz köpekler havlıyor, bütün yollar kapalı, sokağa çıkmak yasak; bilinçaltından henüz kaçış yok!

Psikoloji biliminin önerdiği üzere biliyoruz ki ancak alter egonuzdan destek alarak bu korkunuzla başa çıkabilirsiniz. Yani filmin sonunda Can, film boyunca bilinçaltında benliğini yok edeceğinden korkarak kaçtığı “katil” alter egosundan (babasını ihmal ederek öldürdüğünü düşünüyor olabilir) ancak onunla uzlaşır, aynı “araba”ya biner, ancak o zaman tüneli geçerek son eşiği atlar, yollar kontrollü olarak açılır ve bilinçaltında kendisini kovalayan kabuslarından kurtulabilir.

Ve final, bir kurgu tekniği şaheseri; araba radyosundan, radyo istasyonuna ses köprüsü ile kurulan geçiş ile bilinçaltından bizi uğurlar, aynı zamanda filmden de, geriye sadece müzik kalmıştır.

Nil Birinci