Das Lehrerzimmer (2023)
İlker Çatak, Berlinale’de prömiyerini yaptığı 4. uzun metrajı Das Lehrerzimmer ile bir toplumun aynasını mikrosistem üzerinden yansıtıyor.
Öğretmenler Odası, giderek artan bir psikolojik gerilim dozu ve şüphe/gizem faktörüyle çok başarılı bir film. Öyle ki finalinde bir sürü cevaplanmamış soru kalması bile ayrı güzellik katıyor filme. Tüm mekânı boş gösterdiği ve neredeyse sürreel bir tavırla iki polisin Oscar’ı sanki bir kral edasıyla okuldan çıkarttığı son sahne özellikle. Oscar bir suçlu mu? Yoksa kahraman mı? Peki hırsız kimdi? Artık mesele o değil ama buyrun isterseniz kendi cevaplarınızı verin demiş yönetmen İlker Çatak.
Filmde dikkati çeken ilk unsur kusursuz yansıtılan Alman düzeni oldu. Yönetmenin Türk asıllı olması bu yüzden biraz şaşırtıcı, Alman kodlarını bu kadar objektif ve başarılı okumasında birlikte çalıştığı Johannes Duncker’ın etkisi vardır mutlaka.
Filmin konusuna gelirsek; Almanya’da bir okulda sözleşmeli öğretmen olarak çalışan ve diğer öğretmenler arasından idealizmiyle ayrışan Carla’nın insan ilişkilerini matematik gibi ele alıp çuvallamasını, her şeyi ilkelerine uygun yaptığını düşünürken çevresindeki hemen hemen tüm insanları karşısına alarak kontrolü yitirişini izliyoruz. İşler sarpa sararken ilkelerini mi yoksa ait olduğu sistemin kurallarını mı izlemeli?
İkiyüzlü okul bürokrasisine karşı her zaman çocukların tarafını tuttuğu için yoğun sempati uyandıran Carla, sınıfını da bir maestro gibi yönetiyor. Özellikle sınıfa girdiğinde, arka planda çalan klasik müzik akord sesleri, çocukların karşısına dikilince seslerin kesilmesi hoş bir sahneydi. Özetle filmde, seyirciyi Carla’ya yakınlaştırmayı amaçlayan bir tanıtıcı giriş olduğu söylenebilir. Sempatikleştirilen diğer karakter ise zeki ama içine kapanık öğrencisi Oskar.
Carla, hırsızlık vakalarıyla ilgili salt çocukların soruşturulmasını adil bulmayarak öğretmenleri ve idari personeli de işin içine katıyor. Çocuklara matematik dersinde öğrettiği ve bir önermenin adım adım açıklanabilir kanıtlar sunulursa doğruluğunun ispatlanabileceği ilkesini ise, çoğu kendisi dışında gelişen sebeplerden, pratikte uygulayamıyor ve iş çığrından çıkıyor. Öyle ki asıl savunduğu taraf olan çocukları da karşısına alıyor. Burada en uçlara savrulan ise seyircinin favorisi Oskar. Bayan Kuhn dahil karakterlerin iyi – kötü arasında gidip gelişleri bence filmin en başarılı unsurlarından biri. Salt iyi ve salt kötülerdense bu gidiş gelişler gerilimi hep tepede tutmayı başarıyor.
Odaklanılan sadece adalet kavramı da değil; aynı zamanda ırkçılık, önyargılar, kanun ve kanunsuzluğun sınırlarında edilen dans ve sıfır toleranslı okul politikasının sağlam görünen sisteminin aslında kırılganlığı ve kusurları. Sahte haberlerin nasıl ortaya çıktığı ve sosyal medyanın manipülasyonları ile yeniden şekillenen gerçek de cabası… Baskın olarak işlenmeyen ama ince bir dokunuşla yine de fark edebildiğimiz bir diğer sosyolojik unsur olarak; “Oğlum hırsız değil. Öyle olsaydı kemiklerini kırardım.” diyen Türk babanın yaklaşımı sayılabilir.
Filmin teknik tercihleri de dikkatten kaçırılacak gibi değil; Carla’ya odakla başlayan kamera onu ve öğrencilerine mesafesini yakın tutuyor, gerektiğinde close up yapacak kadar yakın üstelik. Olaylar kontrolden çıktığında oyuncular tedirgin, kamera ise titrek. Bir leitmotif olarak gerginliği arttıran yaylılar görevini yerine başarıyla getirse de, bir yerden sonra müziğin çok ön planda olması rahatsız edici olabiliyor, belki de yönetmenin amacı da budur.
Son olarak, filmin adı, filmdeki ana olayın gerçekleştiği mekandan ötürü değil de Carla’nın çelişkisini temsil ettiğinden öğretmenler odası olarak seçilmişti bence. Asla terk etmediği okul alanında özel hayatına hiçbir zaman göz atmadığımız Carla’nin sıkışmışlığının güzel bir yansıması da. Ve onunla birlikte sistemin bir parçası olup, ilkelerinden ötürü o sisteme ait hissetmeyenlerin çelişkisi.
Nerede İzledim: Filmekimi / Gent Film Festivali
Yazar: Zeynep Bakanoğlu, Nil Birinci
Editor: Nil Birinci