Pekala, let the bad luck bang…
Filmin kendisi gibi ben de neresinden başlayayım bilmiyorum ama pornoyla başlayıp Wittgenstein ile bitirmek cidden üstünde düşünmeyi gerektiriyor bence.
Teknik anlatıyla başlarsak; uzun çekimler, gerçek mekan ve doğal ışık kullanımı ile neo-gerçekçi özellikler sergilerken, sokakta gezen kişiler/figüranların dönüp kameraya bakması vs ile de seyircisini yabancılaştırıyor. Birinci ve üçüncü bölümüyle anlatıya ya da karaktere odaklanıyormuş gibi görünse de filmin asil odağı edindiği konuyu çoğu kez şeridinden çıkarak evrenselleştirmesi, rahatsız edici estetiği ve tematik, didaktik, yeri geldiğinde de retorik unsurlara odaklanması. Klasik anlatı ögesi gibi görünen üç perdeli yapıyı taşıdığına aldanmamalıyız, keza giriş gelişme sonuç değil bu üç bölüm, diğer yandan epizodik de diyemeyiz. Tüm bu yapıbozumu ve diğer teknik açılardan günümüz yeni dalga özelliklerini içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Filmin söylemi ise anlamın mutlak imkansızlığını göstermesi açısından post modern, hatta contemporary bir anlatı niteliğinde.
Birinci bölümde sıkıcı kıyafeti ile beyaz pardon grileştirilmiş tavşanımız Emi’nin peşinden Bükreş sokaklarında salınmamız Antonionivari bir şekilde flanözlükten değil elbet. Her şeyin reklamının yapılır olması ve materyalizme yönelim, daha bilboardlarda / reklamlarda başlayan ahlaksal ikilem (buraya döneceğim), gözümüze soktuğu toplumun çürümüşlüğü, (ana meselesi kesinlikle olmasa da belki de covidin de etkisiyle -yanılmıyorsam ki ilk kez maske gördüğümüz, covidden de bahseden film) şehrin ve sakinlerinin medeniyetten fersahlarca uzak olması, tahammülsüzlükleri, ekonomik durumun daha da kötüye gitmesi, kapanan dükkanlar ve sinema salonları- ülkenin aynası değilse nedir? politik mesajlarını da eklediğimizde sosyalizmin sonucu mudur gördüğümüz harap binalar? Kulağımızı sağır eden şehir kakafonisi; kornalar, buldozerler, sirenler- çanlar skandalın eşiğindeki Emi için olduğu kadar şehir için de çalıyor anlaşılan.
İkinci bölüm zaten aksak olan tematik aksı iyicene bozuyor, kahramanı ve anlatışını tamamen terk ediyor. Burasının yine çağdaş anlatı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda yukarıda bahsettiğim retorik bölüme dahil olduğunu düşünüyorum (Dogville’i de anımsatmadı değil); anekdotlar, işaretler ve harikalar – video art meets cinema, tıpkı keskin hiciv ve meta-sinema’nin önculleri gibi kendi içinde didaktik ögeler barındıran anlatı parçacıkları doğrudan anlaşılmak ya da filmle birebir bağlantılı olmak derdinde değil kesinlikle. Ama büyük resme / filmin geneline baktığımızda elbette anlamsal ögeler yakalamamız mümkün. Mesela birinci bölümde toplumun çirkinliğine ve (El Greco göndermesiyle) yozlaşmışlığına ikinci bölümde de ayna tutan Medusa’nın, Romanya’nın zaten kayıtsız / taşlaşmış toplumuyla birlikte filmi izleyen bizi tasa çevirmesi ya da en baştaki Rembrandt göndermesi ile anatomisini yapması (kabul, aşırı okuma olmuş olabilir son cümle).
Üçüncü bölüme geldiğimizde Emi’nin tamamen özgür iradesi ve rızası ile 100% özgür olduğu kişisel – özel hayatında gerçekleştirdiği cinsel performans ikinci kez sekteye uğruyor (ilki seks esnasında kapıdaki dadı tarafından bölünmüştü) ve bu kez ‘röntgenciler’ toplumun prototip temsilcileri olarak – çoğu cahil – ahlaksız ahlâkçı veliler; kilise, ordu, burjuva, entelektüel (tek makes-sense karakter), komplo teorisyeni, erkek şoven, yabancı/zengin göçmen, medya, eğitmen…. Hepsinin aşırı abartılı hatta kıyaffetten maskelere karikatüre figürler olması filmin zayıf karınlarından biri, her ne kadar ağlanacak haline gülünen toplumun trajikomikliğini yansıtmak için bu denli uç olması gerekli olsa da kör göze parmak didaktik yerleştirmeler ve ahlaksızlığın çok fazla tekrara düşen vurgusu filmin kalitesine bir ket vurmuş. Yoksa zaten mesajını çok iyi verdiği gibi; gerçekten skandal olması gereken bir çiftin özel cinsel hayatı değil; bir ikinci bölümle de biraz bağlarsak, yoz komünizm, kapitalizm, kilise ve ordunun işlediği vahşet, adaletsizlikler, görmezden gelmeler… Filmin içinde de söylediği gibi bir yandan aynı gazetenin iki versiyonu yaşasın Stalin ve yaşasın Hitler uçlarında, ya da Google’da en çok aranan iki nesne arasında yozlaşan bir toplum aynası bu – oral seks ve empati, hangisinden az hangisinden çok var seyirci karar versin. Diğer zayıf bulduğum bölümü de 3. son. 3 sonlu olması bayıldığım bir şey, ama üçüncünün artık Marvel evrenine geçmesi değil, dediğim gibi mesajını zaten veriyor. + sevdiğim bir şey daha Hitch’in başımıza bela ettiği röntgenciliği – röntgencileri yine meta edinip yerle yeksan etmesi.
Cesur, eleştirel, son derece açık sözlü hatta küstah yapıtlar görüyoruz ama günümüzde hala hem yapısı hep içeriğiyle deyimi yerindeyse punk ve hatta avangart bir şeyler yapılabileceğini görmek heyecan verici doğrusu!
Nil Birinci