The Room Next Door (2024)
Pedro Almodóvar’ın senaryosunu Sigrid Nunez’in “What Are You Going Through” adlı kitabından uyarladığı son filmi The Room Next Door, Venedik Film Festivali’nde prömiyer yaptı.
Film Almodóvar’ın ilk İngilizce uzun metrajı olması bakımından oldukça önemli. Daha önce İngilizce çektiği kısa filmi The Human Voice’da başrolde Tilda Swinton’un güçlü performansıyla dikkat çeken bir işe imza atmıştı. Ancak senaryoya dayalı bir uzun metrajda, üstelik uyarlama bir eser söz konusu olduğunda, aynı başarıyı yakalayabildiği söylenemez. Kitabın uyarlaması mı zordu, yoksa Almodóvar anadilinin dışında çalışırken mi zorlandı, emin olmak güç. Fakat diyalogların etkisini kaybettiği çok belirgin (bu konuya daha sonra tekrar değineceğiz).
Diyaloglar demişken, dünyanın en iyi kadın oyuncularından olan Julianne Moore ve Tilda Swinton gibi yeteneklere başrol verdiğinizde, olağanüstü bir oyunculuk performansıyla filmin çıtasını yükseltmelerini beklemek kaçınılmaz. Özellikle Üstelik özellikle ölümle başa çıkma ve yüzleşme gibi zor bir konuda, kadın dayanışmasının ön planda olduğu bir senaryoda beklenti daha da yükselebilir (not olarak, filmin net olarak feminist bir ton taşımadığı ancak kadınların filme hakim olup az sayıda erkek karakterin yan rollerde kaldığı belirtilmeli). Ne var ki diyalogların yapay, yüzeysel ve teatral bir havası olması, oyunculuk performanslarının da önüne geçerek filmin izlenebilirliğini gölgeliyor hatta bununla kalmayıp filmin seyir zevkini de baltalıyor. Almodóvar’ın diyalog yazmadaki ustalığına kimse itiraz edemez; nitekim filmografisine bakıldığında dil ile nasıl ustaca oynadığı görülür (Mujeres al Borde de un Ataque de Nervios, 1988, örnek olarak öne çıkabilir). Öyleyse burada yine yabancı dil geçişi problemine değinmekte fayda var; ki Almodóvar, her ne kadar filmin çekim aşamasında oyuncularla iletişim kurmakta zorluk yaşamadığını söyleyip iki usta oyuncunun yetenekleri sayesinde filmi omuzlarında taşımalarına hayran kaldığını söylese de, Swinton ve Moore’un diyaloglarla ilgili uyarılarına kulak verip bazı yerlerde metni değiştirmek zorunda kaldığını itiraf ediyor.
Filmin tekniği açısıdan bakılacak olursa yönetmen imzasını taşıyan unsurları da bu “gölgelemeden” payını aldığını eklemekte fayda var; filme yabancılaşan bilinçli Almodóvar seyircisini ne Almodóvar kırmızısı / yeşili, ne kapılar / manzara, ne stilistik sinematografi ne de “iyi niyetli yazılmış” bir konu odağına çekebiliyor. Hatta karakterlerin bu denli zor ve dramatik bir hikayede yansıtmakta zayıf kaldığı duygusal yoğunluğun da aşırı baskın non-diegetic müzikle verilmeye çalışması filmi iyice zayıflaştıran öğelerden biri olmaktan öteye götüremiyor. Neredeyse filmin son kurgu aşamasında Almodóvar tarafından beğenilmediği için tüm kusurları bastırmak amacı ile müziğin ön plana çıkartıldığı iddia edilebilir, o denli yabancılaştırıcı bir unsur olarak göze batması kaçınılmaz olmuş. (Bir diğer rahatsız edici unsur olarak bahsetmeden olmaz; Almodovar’ın Dolce Gabbana sevdiğini biliyoruz, ancak her filminde bunu bir öteye taşımış olup Smeg & DG ürünlerinin dozunu arttırmış gibi görünmesi, hatta mutfakta göremediyseniz açtığı çekmecede zoom-in yapıp kadraja odaklaması artık sponsorluk ya da reklam ihtimalini iyice güçlendiriyor.)
Filmin belirgin bir mesaj kaygısı olup olmadığı belirsiz; ancak Vietnam Savaşı ve yakın tarih savaşları gibi güncel konular diyaloglara kamu spotu niteliğinden öteye gidemeyen bir nitelikte serpiştirilmiş. Yan hikayede, savaş fotoğrafçısı olan Martha’nın çocuğunun babası bir Vietnam gazisi olarak savaş travmasından kurtulamayarak hayatına devam edemiyor. Bu önemli olabilecek hikaye de maalesef mantık hatalarıyla dolu ve etkisiz. Filmde birkaç “woke” tema ve hatta çevre duyarlılığına dair ifadeler yer alsa da, derinlikten yoksun diyaloglar bu çabaları da zayıflatıyor.
Filmdeki en iyi referansın Edward Hopper’ın People in the Sun (1957) tablosu olduğunu söylemek yanlış olmaz. (Ki burada bile – Martha’nın bir entellektüel olarak 2 saniye baktığı bir tabloyu isimlendirmesi ne kadar doğal görünse de, o anda tablonun birkaç metre uzağında ve arkası dönük olan İngrid’in esere döner dönmez hiçbir inceleme gereksinimi duymaksızın eserin bir reprodüksiyon olduğunu söylemesi ve yorumlamaya başlaması da bir o kadar tuhaftı – ki öylesi bir evde gerçek bir Hopper eserinin bırakılıp bırakılmayacağı tartışmasından bağımsız olarak, herneyse.) Tablonun, ölmek üzere olan Martha’nın hayattan yabancılaşmak – hatta kopmak için geldiği izole evde karşılaması bu anlamda tesadüfi değildir; ki ilk bakışta, tablo dinlenmeyi ve huzuru simgeler gibi görünse de Hopper’ın diğer eserlerinde olduğu gibi, burada da yüzeydeki dinginliğin altında başka bir hikaye vardır. Ki şezlongda dinlenen 5 karakter, birbirlerinden kopuk ve izole görünüyor; yüzlerinde hiçbir ifade yok, birbirleriyle ya da çevreleriyle neredeyse hiçbir bağlantı kurmuyorlar. Güneşe dönmüş oturuyor olsalar da, dikkati çeken, manzaranın büyüleyici doğasının aksine, figürlerin içsel olarak donuk ve hareketsiz oluşlarıdır. People in the Sun, bir anlamda tatil veya kaçış gibi görünen durumların bile insanlara gerçek bir huzur vermediği fikrini öne sürer. Bu anlamda mekan ölümü kucaklayan Martha ile ölümle yüzleşmeye çalışan Ingrid için sıkıştıkları bir kafese dönüşür. Ki sonradan ile ikisi de bu yüzleşme sonucunda, kar taneleri ve kuş cıvıldamaları eşliğinde serbest kalacaklar ve film sona erecek.
Sonuçta elimizde çok dokunaklı olabilecek bir dram, katmanlık olabilecek bir hikaye, dünyanın en iyi kadın oyuncularından ikisinin başrol performansı ile zirveye taşınabilecek potansiyelde bir film var; ancak öyle görünüyor ki Almodovar’ın dil engeli ya da ilerleyen yaşı ile hala prolific olma kaygıları ile maalesef harcanmaktan öteye geçememiş. Durum böyle olunca filmin Venedik’ten Altın Aslan ödülü alması oldukça şaşırtıcı. Festivaldeki diğer iddialı yarışma filmlerinin tamamını incelemeden yorum yapmak doğru olmaz diyerek filmin yorumlarını burada bırakmak doğru olacak.
Son olarak yönetmenin İngilizce film çekme hevesini rafa kaldırdığı müjdesiyle bitirelim – aslında İngilizce olarak çekmediği planladığı A Manual for Cleaning Women isimli filmi diğer yönetmenlere devreden Almodovar, anadilinde çekeceği Amarga Navidad (Bitter Christmas) isimli projesine odaklanmış durumda. Yeni yılda partneri tarafından terk edilen bir kadını konu alacak filmin tahmini vizyon tarihi 2026 yılı olacak.
Nil Birinci