Simón de la Montaña (2024)
Federico Luis’in Cannes’da prömiyerini yapan ilk uzun metrajlı filmi “Simon de la montaña”, babasının ölümünün ardından dünyası istemediği bir yöne sürüklenen Simon’un yaşadığı kimlik ve aidiyet krizinin ardından, hayatına oluşturduğu yeni karakter ile bambaşka bir yön vermesini konu ediniyor.
Film zorlayıcı bir giriş sahnesiyle başlıyor; dağlık bir alanda çıkan fırtınada engellilerden oluşan topluluk bir İsa / Simon heykelinin sütununa tutunmaya çalışıyorlar. Uğultu kulakları sağır ediyor, göz gözü görmüyor ve yardım edebilecek kimse yok. Simon, İsa / ya da Simon Stylites* sütununa tırmanarak telefona sinyal olup olmadığını kontrol ediyor. (PS: Buñuel’in 1965 yapımı orta metrajı Simon del Desierto’ya sadece filmin başlığı olarak değil, ama bu sahne ile de direkt bir gönderme var. Ya da *Simeon Stylites’a, Halep yakınlarındaki (günümüzde Suriye’de) bir sütunun tepesindeki küçük bir platformda 37 yıl yaşayarak itibar kazanan Hristiyan münzevi.) Ses birden kesiliyor ve Simon’un engelli grubuna kabul edilmek için birkaç soruya cevap verdiği duyuluyor. Sonradan anlayacağımız üzere, annesi ve onun yeni sevgilisiyle birlikte yeni bir hayata uyum sağlamakta zorlanan Simon, tercihi dışında bürünmeye zorlandığı yeni kimliğine karşı, daha özgür ve mutlu olacağını düşündüğü engelli grubuna dahil olmak istemekte ve bu amaçla kendisi de engelli rolü yapmaktadır.
Peki Simon neden kendi ailesi ve çevresi yerine zihinsel ve fiziksel engelleri olan insanlarla aidiyet hissediyor? Film bunun üzerine muğlak da olsa birkaç ipucu veriyor: engellilerin performansını sergilediği tiyatro Romeo ve Juliet, muhtemelen Simon’a babası ile geçirdiği vakti hatırlatıyor, birkaç flashback ile babasının ona bu kitabı okuduğunu (ve Simon’un annesinden çok babasıyla vakit geçirdiğini) görebilirsiniz, Simon replikleri ezbere biliyor. Muhtemelen babasının ortadan kaybolması ile (ölümü?) Simon, annesinin sevgilisinin baba yerine geçmesini ve dolayısıyla babasının olmadığı bu yeni hayatı kabullenebilmiş görünmüyor. İçine düştüğü psikolojik durumun onu babası ile geçirdiği anlara hapsettiği, bunun sonucu olarak regresyon yaşadığı da pekala söylenebilir. Simon bu sebeplerden büyümeyi reddederek çocukluğa hapsolurken, tabii yaşı gereği çocuklarla da vakit geçiremeyeceğinden, kendisini “çocuk gibi kalan ya da hala çocuk hayatı yaşama özgürlüğü olan” yetişkin engellilerle özdeşleştiriyor. Tabii bu sadece filmdeki ipuçlarından çıkarılabilecek bir varsayım, yönetmenin fikri başka yönde olabilir pekala.
*Küçük bir detay plan – Simon arkadaşından işitme cihazını alıp hiçbir duyma problemi olmaksızın kulağına takması onlarla bütünleşme hissiyatını yansıtıyor. Bu yeni deneyim onun için zaman zaman acı verse de hiç de katlanılamaz görünmüyor, aksine otobüste onunla yaptığı küçük oyun da ne kadar benimsediğini gözler önüne seriyor. (Bu arada Simon İbranice’de dinlemek, duymak anlamına gelir, ilişki kesin olmasa da hoş bir bağlam.)
Yönetmenin teknik tercihleri seyirciyi karakterlere çok yakın hissettiriyor; el kamerası Simon’un takibinde, onun heyecanlarını, üzüntüsünü, gerginliğini birebir yansıtıyor. Kamera tercihi genellikle POV / öznel; seyirci Simon’la özdeş konumda; örneğin arkadaşları ile olduğu sahnelerde yakın çekim tercih edilirken, ailesi ile çerçevelendiği sahneler hep mesafeli ve genel plan formatında, hatta olabildiğince uzak ve hareketli açılar hakim. Filmin hakim duygusu samimiyet çoğu zaman doğal oyunculukla ve karakterler arası iletişimde pekiştiriliyor. Yönetmen engelli bireylerin sadece iyi ve eksik / aciz yanlarını göstererek indirgemeci bir yaklaşımdan kaçınıyor, aksine tüm yönlerini, hatta kuralları istismar ettiği küçük kurnaz oyunları ile ahlaki ikilemlerini de göstermekten geri durmuyor. Filmin ses evreni de son derece etkileyici bir şekilde ortamı ve durumları yansıtmakta başarılı; örneğin fırtına sahnesinde, Simon ve ailesinin tartışma sahnesi (yukarda bahsedilen işitme cihazının sağır eden gürültüsü) ya da Simon sakinken dingin bir ses evreni tercihi).
Film zorlu bir proloğun ardından, kamp alanında Simon’ın zihinsel engelini tespit etmek ve ona sakatlık belgesi vermekle görevli bir psikologun, ona sorular sorduğu bir sahneyle başlıyor. Sonunda ise bu kez ofiste bir görevlisinin ona aynı soruları sormasıyla parantez kapanıyor. Simon hayatına tercih ettiği şekilde devam ediyor.
Güçlü teknik yönlerine rağmen, filmin baş karakterinin psikolojik derinliklerini veya motivasyonunu keşfetmekte yetersiz kaldığı ve anlatıda aksaklıklar olduğu söylenebilir. Hatta samimi oyunculukla karakterlerin mücadelesini yansıtabilme, ya da biraz aşırılıkla zorlama bir engelli gösterisi arasında kalıp bocalaması da filmin zayıf yönlerinden. Yine de “Simon de la montaña” yönetmen için umut verici bir başlangıç olarak etkileyici bir izlenim bırakıyor. Aldığı Eleştirmenler Haftası Büyük Ödülü ve adayı olduğu Golden Camera ile de bunu pekiştirir nitelikte.
Simon de la montaña Cannes – La Semaine de la Critique’de prömiyerini yaptı.
Nil Birinci