Uluslararası başlığı ile “Swaying Waterlily”, Seren Yüce’nin son filmi.
Yönetmen iyi bir gözlemci olarak ikinci filminde bu sefer Beyaz Türk kıvamında, izleyicinin kolay kolay kendisiyle özdeşleşemeyeceği karakterleri incelemeye almış. Ancak dikkatli bakıldığında anlaşılıyor ki her bir anti-karakterin tüm özellikleri aslında hepimizde bir miktar olan şeyler. Bu açıdan filmin izleyiciyi empati yapmaya yönlendirdiğini söylemek çok da yanlış olmaz.
Hikaye karakter merkezli anlatılıyor. Aslında her türlü olanağa sahipken, ne istediğini bilmeden oradan oraya savruluyor karakterler, tutunabileceği bir şeylerin arayışında. Ama başaramıyorlar, her şey yapay kalıyor; hevesler, iletişim, dokunuşlar, konuşmalar… Her birinin derdi ayrı, Handan mesela, kocasından intikam almak için de kızıyla iletişime geçmek için de tüketimi kullanıyor; aşırı bilinçsizce. Ayrıca ayna benlik kavramı güzel işlenmiş burada; takdir görebilecek, hedeflediği zümreye ait ne varsa ona oynamalar; yazarlık, caz, ünlü markalar, mekanlar, bira tercihi bile (Effe (Leffe) severim ben, Effe alayım o zaman). Kendisini başkaları ile değerlendiriyor, kusurlarını da başkalarına iteleyiveriyor.
Her karakteri bir bir incelemek zaman alır. Ama ortak nokta olarak filmin adından gidelim. Zaten içinde bir diyalogda belirttiği gibi; Nilüfer boşlukta sallanmaz. Aslında boşlukta sallanan, Handan başta olmak üzere söz konusu herkes.
Karakterlerin ufak kusurlarla da olsa başarılı bir şekilde detaylıca işlendiği bir gerçek. Ne yazık ki oyunculukların donuk olması ve diyalogların fazla yapay kaldığı gerçeği ise yadsınamaz. Örneğin çoğu sohbet esnasında markaların sanki Truman Show’a selam durur gibi aşırı bir şekilde kullanılması çok yersiz olmuş (ki Truman ile kıyaslanamaz bile, onun olayı bambaşkaydı). Filmin tüm sponsorları sıraya dizilmiş reklam veriyor gibi; hatta ilk yarıda rahatça 20’den fazla mekan ve marka sayılabilir. Evet, belli bir zümreye dahil olmak için marka bir anahtar gibi kullanılır; ancak üç cümlemizin ikisi bannerlarla geçmiyor. Bir de diyaloglar banal, “No milk no sugar” neydi öyle? Yine aynı zümre hedefindekilerin yarı Türkçe yarı Ingilizce konuştuğu da kabul edilebilir ama keşke biraz tüm karakterlerde aralara serpiştirseydi; tabii eğer amacı bu ise.
Ayrıca oyunculuklarda göz dolduran bir performans yok, özellikle çocuklar mavi hapı içip uyuşturulmuş gibiydi. Film yapay insanları işliyor diye mi bu donukluk bilemem ama yansıttığı şey film boyunca izleyiciyle film arasında bir perde var hissi idi; tam olarak bütünleşememe durumu mevcuttu. Özdeşleşme elbette zorunlu değil ama yapaylık hissi ile tümden anlamı yitiriyor diye düşünüyorum.
Bir diğer konu da olay örgüsünün aksak işlenmesi, çoğu olayın sonuca bağlanmaması ya da bilerek muğlak bırakılması değil de, bence konunun başarılı bir şekilde işlenememesi olmuş, havada kalıyor çoğu şey.
Karakter analizi konusunda başarılı, yukarıda açıkladığım bazı konularda ise maalesef eksik kalmış, orta şeker bir film olmuş.
Nil Birinci