Melk (2023)
Anneliğin ikamesi mümkün mü?
Stefanie Kolk’un, prömiyerini Venedik’te yaptığı ilk uzun metrajlı filmi Melk’te acı ve yasla başa çıkmanın farklı bir yolunu araştırıyor.
Robin’in ölü doğan bebeğini doğurduktan birkaç gün sonra göğüsleri süt üretmeye başlar. Henüz yas sürecindeyken yaşadığı bu tuhaf olayın şaşkınlığını üzerinden atmasıyla birlikte kaybının vermiş olduğu acının yerini başkalarına faydalı olabilme kararlılığı alır; sütünü ihtiyacı olan bebeklere bagışlayacaktır. Ancak yıllar önce geçirdiği frengi sebebi ile bu talebi otoriteler tarafından reddedilir; oysa hastalık tamamen iyileşmiş ve sütte hiçbir mikrop bulunmamaktadır. Hollanda’nin katı ve mantıktan uzak bürokratik engelleri Robin’i amacından saptıramaz, ve film aslen bu noktada başlar.
Robin’in sütünü bağışlamak konusundaki ısrarı başlangıçta saplantılı gibi görünebilir, ancak açıkça görülüyor ki bu, kayıp ve yasla mücadelesinin bir yansıması olarak acıyı hafifletebilecek bir hayırseverlik misyonudur. Kayıp, yaratığı boşlukla birlikte, üstelik annelik hormonları hala salgılanırken, sütü ile bir tür ikame annelik rolünü üstlenir. Süt bir noktada buzluğu doldurmaya başladığında, Robin’in içine bastırdığı acı da taşmaya başlar ve bununla mücadele etmek zorundadır. Süt, sembolik olarak ellerinden kayıp giden anneliği temsil eder ve Robin, bu değerli damlaları harcamaya içi elvermiyor. Süt şişelerine nasıl baktığını gördüğünüzde, kaybettiği bebeğine veremediği sevgiyi sütüne aktardığını rahatlıkla farkedebiliyorsunuz. Bebeğine vedası ise sütü ihtiyacı olan bir anneye vermeden önceki kalp atışlarına yansıyor.
“It is what it is”; Robin acısını ne pahasına olursa olsun dışarıya göstermekten kaçınırken, hayatını bir şekilde sürdürmeye devam etmek istiyor. Tercih ettiği sessiz terapi yürüyüşleri, kendi sessizliği ile örtüşüyor; içinde ne kadar fırtına koparsa kopsun.
Filmde hakim olan beyaz, buz gibi bir atmosferle karakterin tercih edilmiş donukluğu ve acının sessiz matemine eşlik ediyor. Olabildiğince minimalist tercih edilmiş müzik, acıyı dramatize etmektense karakterlerine saygıyla eşlik ediyor. Filmde abartılı diyaloglar, taşkın davranışsal tepkiler yok (aile üyelerinin topluca ağladığı sahne hariç), yas en doğal hali ile yaşanırken seyircisine sessizce dokunuyor.
Yönetmen Stefanie Kolk’un kişisel bir hikayeden ilham alarak yazdığı özgün senaryo, Frieda Barnhard’ın övgüye değer performansı ile birleştiğinde, izleyiciyi etkileyici bir ilk filmle buluşturuyor. Genç yönetmenin gelecekteki projeleri merak konusu.
Nerede izledim: IFFR
Nil Birinci