/

Babygirl (2024)

Babygirl (2024)

Halina Reijn
Drama
1’54”
Hollanda| Amerika
Nicole Kidman | Harris Dickinson | Antonio Banderas


Ödüller & Festivaller:
7 Ödül, 18 Adaylık

Güç Dengeleri: Kontrol ve Teslimiyet Üzerine Cesur Bir Dokunuş

Romy (Nicole Kidman), New York’ta bulunan bir robotik otomasyon şirketinin başarılı CEO’sudur. Lüks bir evde iki kızı ve tiyatro yönetmeni olan eşi Jacob (Antonio Banderas) ile birlikte yaşamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, ilişkileri kusursuz ve mükemmel görünmektedir. (Bu anlamda senaryoda Jacob’ın bir tiyatro yönetmeni olarak yer alması da manidardır). Daha ilk açılış sahnesinde görürüz ki Jacob, Romy’yi cinsel anlamda tatmin edememektedir. Romy ise bu durumu ve fantezilerini kocasından gizlemektedir.

Tam da bu noktada, genç ve yakışıklı stajyer Samuel (Harris Dickinson) devreye girer. İlk andan itibaren, kamera da bilinçli bir şekilde Dickinson’ı bir arzu nesnesi gibi çerçeveler. Küstahlık derecesinde cüretkar, başına buyruk ve özgüvenli hali Romy’nin içindeki bastırdığı arzuları da tetikler. İkilinin yaşadığı yasak ilişki ya da bir nevi “kedi fare oyunu”, bir noktada Romy’nin kariyer ve aile hayatına risk oluşturduğunda işler değişir. Buraya kadar klişe bir hikaye gibi görünse de Romy’nin finansal ve toplumsal alanda gücü elinde bulundurması, klasik erotik gerilim filmlerinde sıkça görülen cinsiyet rollerine ters düşen bir dinamik yaratır. Romy yaşadıkları ile toplumsal normların dışına çıkıyor olsa da her istediğini yine gücünü kullanarak ve sistem içinde kalarak yapar.  Ve filmin finalinde aslında tahakküm döngüsü kırılmadan sistem aynen işlemeye devam eder.

Nispeten konvansiyonel bir girişle başlayan filmin orta bölümü ise, özellikle havuz sahnesine kadar, dikkate değer bir ivme kazanır. Yönetmen, bu bölümde dramatik gerilim yaratma konusunda başarılı bir iş çıkartıyor. Karakterler arasındaki çatışmalar ve hikayenin tansiyonu, izleyiciyi içine çekiyor. Ancak havuz sahnesinden itibaren filmin ritmi düşürür ve fakat finalde bu heyecan yerini daha sıradan bir çözüme bırakır. Yine de, hikaye içinde tahmin edilebilir bazı sahneler bulunsa da, filmin genel anlatısı kendini izlettirecek bir akış vadediyor.

Film konfor alanları, arzuların ifade edilme biçimleri, güç dengesinin toplumsal ve mahrem alanlarda varoluş biçimlerini kışkırtıcı bir biçim ve muhteşem oyunculuklar ile ortaya koyarken, Isabel ve Esme karakterleri aracılığıyla Z kuşağının politik doğruculuğunu ve ahlaki pusulasını da temsil etmeyi ihmal etmiyor.

Karakter analizine gelince, Antonio Banderas’ın canlandırdığı eş Jacob’un zayıflığı, Romy’nin  yasak ilişkilere yönelmesindeki temel etken olarak sunuluyor. Jacob’un hikayedeki güçsüz, pasif özelliği ve “karakter” yerine bir “tipleme” olarak konumlandırması anlatı açısından bilinçli bir tercih. Ancak film, Nicole’ün asıl motivasyonunun yalnızca eşine değil, kendi içsel çatışmalarına da bağlı olduğunu ima ediyor. Bu noktada film, Romy’nin cinsel açlığını ve duygusal arayışını derinleştirme fırsatını tam olarak kullanamıyor. Romy’nin geçmişine yapılan göndermeler, onun davranışlarını anlamlandırmak adına önemli, ancak bu geçmişe fazlasıyla yüzeysel bir şekilde inilmesi, filmin duygusal gücünü zayıflatıyor. Güçlü ve başarılı bir kadının kendisini bulma, rollerinden kaçma ya da rutin yaşamdan sıyrılma arayışı gibi temalar derinlemesine işlenebilseydi film çok daha etkileyici olabilirdi.

Filmin iki başrolü Romy rölündeki Nicole Kidman ve Samuel rolündeki Harris Dickinson oyunculukları ile zirveye çıkıyor. Filmin teknik yönünü kuvvetlendiren başat bir unsur olarak müzikler kesinlikle gizli başrol. Hikayenin atmosferine büyük bir katkı sunan müzikler, izleyiciyi filmin gerilimli tonuna kolayca çekerken duygusal iniş çıkışların neredeyse bedene bürünmüş hali olarak filmde geziniyor. Ancak görsel semboller, özellikle kırmızı uyarı levhaları ve siren sesleri, başlangıçta hikayeye ve gerilim atmosferine güçlü bir etki yaratırken ilerleyen bölümlerde fazlasıyla tekrara düşüyor. Bu tür unsurların aşırı kullanımı, filmin görsel anlatımındaki dengeyi bozarak yorucu bir hale geliyor.

Gözden kaçmayan diğer bir unsur olarak filmin dengesiz ahlaki yaklaşımları filmin konuya bakışını tutarsız kılması. Cinsiyet / cinsel tercihleri yönünden oldukça serbest olan kızının aksine Romy’nin yasak ilişkisindeki “suçluluk” hissi, izleyiciyi karakterin karmaşıklığını anlamaya davet öte daha çok yüzeysel bir ahlaki tartışmaya sıkıştırmış. Bu durum, hikayeye derinlik katmaktan ziyade filmin güçlü tematik potansiyelini sınırlamış görünüyor. Benzer şekilde Romy arzuları ve cinsel dürtüsünün kaynağı olarak içindeki (filmde köpek sembolü olarak yer bulan) carnal yanı sahiplenmekle evcilleştirmek arasında bocalamanın ötesine geçemiyor. (Bahsetmeye değer bir unsur olarak – filmin başından beri  bu bariz sembol kullanımının ötesine geçerek filmin sonundaki motel sahnesinin Romy yerine köpekle yeniden gösterilmesi ile yönetmenin seyircisine açtığı alanı kısıtlayan bir diğer tercih olmuş – ki dikkatli seyirci bunu zaten anlamıştı.)

Erotik gerilim türünün en iyileri, çok yönlü psikolojik ve fiziksel çöküşü derinlemesine inceler. Bu “kitle baştan çıkarma” ve “kitle yıkımı” yoluyla yani bir insanın zihninin, bedeninin ve ruhunun yeniden düzenlenmesi yoluyla gerçekleşen bir dönüşümdür. Erotik gerilim türünün 80’ler ve 90’lardaki zirve dönemindeki örnekleri (örn. Basic Instinct, Body Heat), kadını bir femme fatale arke tipi olarak en ön planada ve mutlak güç sahibi olarak portrelemiş ve yapıldıkları dönemin hoş karşılanmayan toplumsal normlarını gizlice inceleyerek izleyiciyi şaşırtmayı ve normları tam anlamıyla tersyüz etmeyi başarmıştır. Ancak, bu dönemden sonra yapılanlar, bu alt türü büyüleyici, kışkırtıcı ve karmaşık hale getiren açıklayıcı anlatım ve psikolojik derinlikten yoksundur.  Bu anlamda kanımızca Babygirl bu alt türe yeni bir soluk getirmeyi de başarmıştır.

Sonuç olarak, Babygirl güçlü sahneleri, etkileyici bir atmosferi ve bazı cesur anlatı denemeleriyle dikkate değer bir iş. Her ne kadar anlatısında bazı tutarsızlıklar ve yüzeysellikler olsa da, film genel olarak ortalama üzeri bir performans sunuyor. Yönetmenin oyuncu kökenli geçmişi düşünüldüğünde, bu denli iddialı bir projeye girişmiş olması kayda değer. Babygirl, müzikleri ve yükseldiği anlarla hafızada yer edebilir, ancak daha derin bir anlatı ve tutarlı / ucu açık bir finalle çok daha etkileyici bir yapıt haline gelebilirdi.

Duygu Ersin & Nil Birinci

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.