Aniden (2022)

Aniden (2022)

4/5

MELİSA ÖNEL
TÜRKİYE
DRAM
1 SA 55 DK
AKA SUDDENLY
DEFNE KAYALAR | ÖNER ERKAN | ŞERİF EROL

 

 


 

 

 

Ödüller & Festivaller:

  

 

 

 

 

 

“Bir duygu filmi” (an emotion picture) diye adlandırır Varda Documenteur’u. Bu bir kelime oyunu, ama aslında değil. Filmi hareketli fotoğraflar bütünü (motion picture) olma boyutunun ötesine taşıyan ve taşıran Varda’nın sinematik dokunuşlarından başkası değildir. Varda’ya benzer şekilde, Melisa Önel, Aniden ile bir his filmi (a sense picture) yapıyor adeta. Kaybettiğimiz o his, reel boyutta mi yoksa simgesel mi? Diğer hislerle telafi edilebilir mi? Ya da aslında yokluğu o kadar önemli midir?

Aniden karakterlerini daha jeneriğinde İstanbul ile bütünleştirirken, seyircisini vapur ve martı sesleri eşliğinde şehre davet eder. Diegetic vapur seslerinden, organik bir şekilde film müziğine bağlanır, kamera da bu ses köprüsü ile kliniğe, doktorun yanındaki Reyhan’in burnuna yakın çekim odaklar. Orta yaş dönemindeki modern bir kadının koku alma duyusunu aniden yitirmesi ile benlik arayışı yolculuğunun hikayesine geçiş yapar.

Kaybettiği koku alma yetisi Reyhan’i başka tur bir farkındalığa, kendi hayatını gözden geçirmeye davet eder gibidir. Beklentilerin aksine doktorun randevu talebini reddeder ve hayatının akışını bambaşka bir yöne doğru çevirir. Eşinden, ailesinden zaman ister ve evden ayrılır. Alice göndermesi ile kendisini amaçtan ve sonuçtan özgürleştirdiği bir yolculuğa çıkan Reyhan’i İstanbul sokaklarında salınırken görürüz, hayatını değiştirebilecek bir seçim yapma cesaretine ve iradesine sahip bir Antonioni kadını adeta.

Kokuları geri getirmek için ilk olarak denize yönelir Reyhan, belki de uzun süredir yaşadığı Hamburg’dan sonra özlediğini fark ettiği İstanbul’un kokusunun peşindedir. Ya da hisler yer değiştirmiştir, bu kez tekrar eden vapur sesi Reyhan’i yine deniz kıyısına, çocukluğuna davet eder. Her ziyaret başka bir anıyı beraberinde getirir, Reyhan ait olduğu yerde 30 yıl önce bıraktığı kendisinin ayak izlerinde salınmaktadır. Ancak geçmişine saplanıp kalmaz, ne de artık kaybettiği kokuların peşindedir; kamera burnu odağa alan yakın çekimden uzaklaşır. Dönüşüm başlamıştır, Reyhan toplumun kendisine tanımladığı tüm rolleri reddederek kendi yolunda sürekli bir arayış içerisinde ilerleyecek bir Vagabond portresi çizer (Varda’yi anmıştık, değil mi?). Reyhan kendisini İstanbul’a teslim ederken mantığından çok hisleriyle verdiği iddiasız kararların sonucunda şehrin sunduğu her şeye bir şans verir.

‘Varoluş özden önce gelir ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; insan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur. İnsan kendini kendi yapar, daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin elverdiği ölçüde kendine biçim verir, kendini oluşturur.’ Sartre’in dediği gibi.

Beklentisi kırılan seyircide belki de bu dakikada bir uyanma yaşanır: bu sıradan bir kayıp kadın hikayesi olmayacak, ne de onu bulmaya çalışan ailesinin, ya da fiziksel bir hastalıktan iyileş(eme)me süreci de değil. Ya da Reyhan seyirciye kendisini baştan sona anlatmayacak. Aksine seyirci onu kurduğu sınırlı diyaloglar ve muhteşem bir sinematografi ile kadraja incelikle işlenmiş detaylar yardımı ile yavaşça tanıyacak. Aile fotoğrafları ile bütünleştiği aynada mesela, ya da vapurdaki yansımasında. İnişli çıkışlı iddiasız yolculuğunda bazen hislerini kazanmayı deneyecek; kokuyu dokunma ile yer değiştirmeyi belki, ya da aksak bacağını zorlayarak tango yapmaya çalışacak, peki sınırlarını ne kadar zorlayabilir? Bir noktada bu çabayı da bırakıp kör arkadaşı ile “olmayan” ya da “eksik olma” üzerinden bütünleşerek hayatını kucaklayacak.

Baş karakter Defne Kayalar’in başarılı oyunculuğu filmin tüm duygusal yükünü neredeyse tek başına omuzluyor. Film gereksiz diyalog ve abartılı tepki ya da kriz sahnelerinden arındırılmış durumda, canı neye isterse ona odaklanıyor. Ve bahsetmeden geçemeyeceğim çarşaf sahnesi, hani şiiri kendi dilinden çevirdiğinizde anlamdan ve daha önemlisi histen bir parça kopar gider ya, aynı sebepten kelimelere sıkıştırmayı reddettiğim poetik bir deneyim bu, yakın zamanda bu denli etkileyici hiçbir sahne görmedim.

Aniden duygusal ve varoluşsal arayışın sanatsal bir temsilini yansıtırken Türk sinemasına yeni bir soluk getiriyor ve şimdiden yönetmen Melisa Önel’in sonraki filmlerini merak etmemi sağlıyor. Kokuların ve seslerin ahenkli dansında başınızı döndürecek bu deneyim, aldığı övgüleri sonuna dek hak ediyor.

Nerede İzledim: Rotterdam Film Festivali (Avrupa Prömiyeri)

Nil Birinci